Wednesday, July 18, 2007

ZAMAN-SIZIM!

Zaman-sızıma;

Sana mektup yazmak nerden aklıma geldi bilmiyorum. sanırım hüzünlü kızlara özendim. öyle afili bir şey bekleme benden. giriş gelişme sonuç olmayacak tıpkı sen ve ben gibi bir bütün olamayacak. Gönül yazımı bilirsin düzensizdir, birazda okunaksız. Anlatacaklarım var. Sadece dinle....

Sessizliğini dinledim uzun bir süre. Düşündüm taşındım çözümünü bulamadım. Özlemek neden bu kadar yorar insanı? “özlem” isminin eyleme dönüşme çabasından mı? “Düş” ün, “düşünmek” kadar büyümek özentisinden mi beynimin içindeki tüm hayallerin çocukluktan vazgeçip başımın etini yemesi? Ne zaman lafın bir ucu sana çıksa sonuna gelemeden heba oluyor gülümseyişlerim.
Yorgunum…

Şu saatlerde sıcak çekildi kapı eşiğine. Senin rüzgarların var sen kokan. Zaman öldürüyorum geçmişi yoklayarak, leşlerim çoğalıyor. Dip balığı oluyorum. Tüm bu çırpınışlarım tek bir nefeslik su yüzüne çıkıştan öteye götürmüyor beni. Yüzün geliyor gözlerimin önüne beni dinlerken kalkan kaşlarına asılıyorum tut beni çıkar diye…. gözlerinde boğuluyorum…

Sol yanıma yatsam seni uyusam, hep rüyada kalsam... içim dilime vuruyor, konuştuklarım incir çekirdeğine yetmiyor; sakladıklarımdan ve senden bahis açmama inadımdan. Burnumu bir karış dikiyorum havaya, içim düşüyor. Oysa söz vermiştim kendime, üzerime giydiğim güçlü kız kostümü çıkmayacak, çıksa da senin haberin olmayacak diye. Varlığımla yokluğum ayırt edilemez olacaktı senin için, “herkes” olacaktım ve belki “hiç kimse”....

beceremedim…

Kimse görmeden, tutup elinden kaldırdım içimdeki ufaklığı. Çok acımış, kimseye belli etmedim,edemedim.. Teselli bile aramadım kızgınlıklarıma, hakkımdı bu kara isyan. Sonra fark ettim ki ben bu zamana ait değilim ve biliyorum sende... o yüzden hep “an”larda teğet geçtik birbirimizi.

Ama içime dokundun bir kere . Parmak izlerin duruyor bakışlarımda. Nereye baksam senden bir iz bırakıyorum. Bu aralar kendime hep suçüstüyüm. Islah olmaz bir özlemim ve korkak bir mantığım var. Tek dinginliğim kelimelerin. koklayıp koklayıp saklıyorum hafızama. arşivimde acılarım var benim. Rutubetli; güneşe serip kuruttuğum Tozunu alıp, halı altında biriktirdiğim hatalarım. seninse anlatmadığın masalların var. "sus"ların kucağında çocuk masumu yüzün ve küfrengi günahların.....

Baksaydın korkmayıp gözlerime. Sana keşkelerimi sunacaktım terketmeden bahar kıpırtısı içimi. Yalpalamayacaktım bugünlerde yarınlara inançsızlığımla ve biliyor musun “kal” deseydin rüzgarlarla getirdiğin son hecemle kavrulacaktı bahar bitimi... Çırılçıplak sevdalar dört mevsimdi. ayı günü yoktu.gidenler tekrar gelebilmek için gitmişti.ihanet sayıldı. sükut altındı; yağmur gibi çisil çisil, acıkmış bir nefesin dudaklarında tadımlık. korkaklık sayıldı. Dinleseydin aryaları, kulaklarına çalınan tını; sevgilinin sızlayan ahına eşti....
Yoldaştı sayıklamalara in-ce in-ce in-ce ...

Bil(e)medin...

Yaşananların üstünü örtecek kadar şeffaf bir kelimem yok. Sen bilirsin ürkekliğimi, tarihten çalınmış eğreti kahramanlığımı...çekerim kılıcımı zamana ama kesip atamam biriktirdiklerimi. Gözlerim yağar, toprak kokar ve filizlenir kabuk bağlayan yaralarım. Dilek kipleri bağlarım.... .
Kaçışlarım sana meyilimdendir . Sessizliğine sığınışım kabullenişimdir her şeyi. Sakın “neden” diye sorma. Verdiğim her cevap mayındır pişmanlığıma.

Ve bu bir iç dökümdür çağıl çağıl. Bil ama bilme....

Sunday, April 8, 2007

RÜYALARIM DAHA GERÇEK




Rüyalarım Daha Gerçek

Bir varmış, bir yokmuş diye başlamıyor benim hikayem. Çünkü dengede değil hayatım: olmayanlar, olanlardan her zaman daha fazla. Ama olmayanların ağırlığını hissediyorum. Hayallerimi taşımak, gerçekleri taşımaktan daha zor. Yoruyor çoğu zaman ama ben onları daha çok seviyorum. Kimse zoru severim düşüncesine kapılmasın. Hayır. Bir şeyin zor olduğunu bilmek aynı zamanda onun benden o kadar uzak olduğunu bilmem demektir…

Bu hayallerle kendime bir dünya yarattım, yerçekimi olmayan. Uçmayı istiyorum çoğu zaman. Ve onunla bulutlara uzanmak, sonsuza dek sadece meleklerin görebileceği bir yerde onunla olmak…. İşte bu yüzden istemiyorum uyanmayı. Biliyorum uyandığımda ona tutunamayıp şiddetle yere çarpacağım. Bunun acısı fani olmak kadar gerçek olacak.

Neden mi gökyüzünde? İnsanların birbirlerini nasıl kandırdıklarını, nasıl yalanlar anlattıklarını, nasıl birbirlerini kırdıklarını bildiğim bir yeryüzünde onun yaşamasını istemediğim için. Hem neden kara bulutların altında içini karartsın ki, bulutların üstünde yaşamak varken. Keşke mümkün olsa; onu da tutup kolundan çeksem rüyama. Sonra beklesek, bulutlara eşlik etsek ve kaybolup nerede olduğumuzu bilmesek. Zaman kavramını kaybedip gelecekte ne olacağız diye düşünmesek… Dünyada nerede olduğumu biliyoruz, yarın ne kadar acı çekeceğimizi biliyoruz da ne oluyor? Günahlarımız bari affedilse ya. Ne de olsa cehennemden farkı yok dünyanın, fani olduğu halde.

Yıldızların hemen altında bir şato yaptım göz nuruyla. Kralın olmadığı bir şatoda kendimi prens ilan ettim. Yeryüzüne indim savaşmak için onun düşmanlarıyla ve elinden tutup çektim karanlıktan aydınlığa… Artık yıldızları göremez oldum. Çünkü güneşi gökyüzüne çıkarmıştım. Ürkekti, layık olduğu yere ellerini bırakmadan getirdim, korkup kaçmasın diye. ‘Hayallerinden neden korkuyorsun’ diye sordum. Hayallerden değil, bir gün bitmesinden korktuğu içinmiş gözlerindeki ıslaklık. İşte bu prenses hiç ağlamayacak artık, ağlayacaksa mutluluktan olsa gerek diye düşüneceğim… Böyle bir dünya var rüyamda. Şimdi neden hiç uyanmak istemediğim anlaşılmıştır herhalde. Rüyamın başına ‘keşke’ koydum, gerçek olmasını bekliyorum artık. Ayrıca büyük bir yanlış olmuş olamaz mı? Senin hak ettiğin kader bu olmasa gerek. Eğer buysa, yalan! Yaşadıklarının hepsi sahte! Rüyalarım daha gerçek prenses…

Emin Buğra Saral

Saturday, March 24, 2007

CANIM ARKADAŞIMIN ARDINDAN..

"Bir elimde tabanca,
bütün dualarım delik deşik"

yanlız bırakma beni bu paragrafın başında,dilim dönmediği için birkaç sözcük kaçırmışsam yazılan sayfalardan suçlama beni..
bir masal doldurmaz bu boşluğu..
bu dünyanın çıplaklığına bakmaktan nefret ederdik,utanmadan bende bakıyorum artık bak.. gözümün önünde soyunuyor hayat,her bir zerresini görüyorum...
gerçeği taaa gözümün içine baka baka koyuyor önüme...
yoksun artık..
ardından canım arkadaşım; yazmaya cesaret edemediğim her satırı zorla yazdırıyor ruhum bu gece, harflerle sana dokunmak istiyor bir kez daha..
ardından canım arkadaşım; daha durmadan dönen bu dünya bizi nereye sürüklerse sürüklesin burda,benimle olduğunu biliyorum..
ve biliyorum ölüm çok iri bir sözcük değil...
bazen yorulduğum anlarda resminle konuşuyorum, bak diyorum bugün açık çarşıya gidip beğendiğin çantayı binlerce kez seyredip seyredip sevdim..üstelik hala indirime girmemiş biliyormusun..
bugün batik magzasına da girdim,hani o kırmızı kazagının aynısının kremini begendim , ellerimin arasında tuttum dakikalarca,sonra cıktım..
ama affet dostum sensiz anlamı yok...
yokluğun çok koyuyor bu sıralar,hani böyle zaman zaman dalıp gidiyor insan,belki biraz ağlamaklı.. arkadaşlarım kızıyorlar,diyelim halimden korkuyorlar.. oysa korku nedir gülüm... ansızınlığın altüst edişi kadar güçlü mü? biraz durgun kaldıysam affet,kızardın ya bana hadi gül tuğçe yaaaa herşey çok daha güzel olacak derdin,ah be prensesim;
ne söylesem içim acıyacak,
nasılsa vuracak yokluğun bi yerden,
bir magza vitrininden, belki bir dost sesinden,
masamın üsütnde kalan tokandan , yada unuttuğun çoraplarından..
bir yerden kanıyacak yaram.... çok kanıyacak....
bak bugün en sevdiğin parfümü kokladım,ve balığın yanında pilav yemenin seninle gülüşmenin nekadar huzur verici olduğunu birkez daha düşündüm...
birkaç gün geçti,birkaç hafta yokluğunda güzel kız,
ben mahzun kaldım
kocaman kardan adam yaptı içime bir çocuk,
ölünü şiirle yıkadım..
bir gölgeyi özlemek ne demektir bilirmisiniz?
öldüğün gece yattıgın yastığı okşadım...
çok şey öğrendim ama prenses, acının ortasında acısız olmayı,çığlıklarımda susmayı..
ben işte böyle gecelerde bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
dualar buldum içimde ezberlenmiş,
ve ben güzel kız,birlikte yere inebilirim dediğim dostumu aradım..
bütün kkardeşlerin yüzünde bir şiir aradım...
dilimin dönmediği duaları sayıkladım geceleri...
belki hiçkimsenin anlayamıyacağı kadar çok konuştum avuçiçlerimle,seninle,eskisi kadar çok..
ah be güzel kız dedim;
ah be bebek yüzlüm;
gelmeyişine mi üzülmeliyim, yoksa sana ısrar etmeyişimde kendimi mi suçlamalıyım?
bir bakışına dünyayı feda edebilecek insanların yüzlerine bakamayışıma sende üzülüyorsun öyle değil mi?üzülme gül yüzlüm,ben canımı çıkartıp versem acılarını dindiremem biliyorum,ama kul değilmiyiz,düşünüyoruz hepimiz..
hani elimde olsa,annenin kucaklarına seni gülen yüzünle koymak istemezmiyim?
hadi yanlız bırakma beni bu paragrafın başında..
yazarken eksiliyor ruhum daha fazlasına dayanamayacağım...
güzel kız;
seni özlüyorum..
ölüm çok iri bir sözcük değil belki,kasımpatıları kadar acı kokuyorum biliyorum,
ama duyamadan gittin diye söylemek istiyorum..
ablan staj işini ayarlamış,italya ya gitmen için konuşmuş arkadaşıyla...
yaşasaydın,çok mutlu olurdun gözlerin parıldardı biliyorum..
hadi yine gül ..
içim ısınsın prenses....

Wednesday, February 28, 2007

TATLIM DEDİĞİM PRENS'E .....

günlerden salı gecesi;
herzamanki gibi hali ruhiyemde bir bozukluk.. herzamanki gibi yanımda sevgili dostum buğra saral...
okadar dertleşmişizki, zeynep orda olsa yeter artıkkkkkkk diye bağırıcak.:))

iş yerinden çıkıp bugün mailime baktığım da harika bir süprizle karşılaştım.. buğra benim için bir yazı yazmışş.. süperde olmuş hanii.. onun iziniyle yazıyı sayfama koyuyorum.. üstelik adi

PİŞMANLIĞIN ADI ; TÜHÇE ....

adıımı anımsatıyor gibi:)




Küçük bir kız çocuğu varmış. Ruhu bile 'sadece' 100 yaşındaymış (!) Öyle çok yorulmuş ki, kalbinin dizleri artık tutmaz olmuş. Bir kalbe uzanıp ölmeden önce birine ait olduğunu anlamak ona yeterdi. Ömrünü vermeye hazırdı bir sevda uğruna. Takmıştı at (aşk) gözlüklerini bir kere. Tavsiyeler anlamsız ve öğütler boş kalıyordu her seferinde. Bilseydi ki bunların hepsine değecek, gözünü kırpmadan atlardı uçurumdan. Sevdanın kollarına düşüp düşmeyeceğini bile bilmeden...
Gururunu ortaya koyamıyor, gerektiğinde bile rest çekemiyordu ona. Sanki biri kelepçelemiş de kalbinin bir hücresine hapsetmiş gibi bu duyguları. Dünyanın ne toz pembe ne de sadece siyahtan ibaret olmadığını anlaması uzun sürerse, kaybettiği zamanın açtığı derin izleri geleceğe taşıması kaçınılmazdı. Rüyada olduğunun farkında değildi, belki de rüya bile değildi. Onu bile bilmiyordu ki. Birçok şeyi de bunların beraberinde bilmiyor, bilinmeyenler denkleminde sadece x olmadığını açıkça görüyordu. Bardağın dolu tarafından bakması yeterli olmuyordu. Zaten birileri o suyu içiyor da içiyordu. Dolu tarafından bakacak su kalmadığında rüyadan uyanmasından korkuyordu. Geride bıraktığı dünya eskisi gibi kalacak mıydı acaba?..
Bu kısa hikayedeki küçük kız öyle saf ve öyle temiz duygulara sahip ki, ne zaman birazcık kirlenecek olsa, gözyaşlarıyla yıkayıp eski haline getiriyor. Ardından, tekrar kirlenmesini bekliyor bile bile... Uzatılan küçük bir şekere bile kanacak kadar çok saf. Halbuki şekere değil onun ilgisi, şekerin sahibine; 'Tatlım' dediği prensine. Onun sevdiği için 'Prens' olduğunu biliyor mu ki prens?.. Sevilmeyi senden ve benden çok hakediyor küçük prenses. Kendi yaptığı prensin cezalarını çekiyor bazen. Hangimiz göz yumabilir ki haksız yere cezalandırılmayı? Bir gün serbest kalsa, iki günü zindanlarda geçiyor hayatının. Yazık değil mi?.. Birkaç parmaklık arasından süzülen ışıkla yönünü bulmaya çalışıyor, ruhu ise aç ve yorgun, bekliyor. Ortalıkta dolaşıyor kendinden bi'haber, koskoca iki gün. Ve ardından yine oraya döneceğini biliyor. Zindan günlerine... Hiçbir şeye anlam veremiyor bazen, anlamak için kendini tüketiyor. Zaten anlayabilseydi birilerini şimdiye dek, bir prensin kollarına atılmış olurdu (!)
Solan ruhuna ve ömrüne inat hala seviyor. kimse de sevme demiyor zaten. Ama aşk dediğin de bu olmamalı. Acısına katlanmak zorunda olduğun cennet mükafatından önceki cehennem ızdırabı bile değil bu, ki sabredesin. Bir ömrünü karanlığa sürüklememelisin. Kaybolacaksın küçük kız ve o zaman çok üzüleceğim. Hatta seni seven herkes... Önünü aydınlatan feneri tutanın kim olduğu hiç önemli değil. Aslında, al feneri, tutuştur sevdiğinin eline ve 'pilleri bende' diye bağır. Bilsin; sen olmadığında yolunun kararacağını. Yeter ki haykırabilesin bazı şeyleri, içine atmayasın. Zaten sen yokken karanlık değilse dünyası, o dünyada sen yoksun demektir. Bir insan ruhunun olmadığı yerde nasıl yaşasın! Doğru kararları yanlış insanlar üzerinde kullanmamalısın. İlerde kendini sorguya çektiğinde, kalbine pişmanlığın lisanıyla konuşmaman dileğiyle, umarım mutlu olursun prenses...

Tuesday, January 30, 2007

PARAGRAFIN İKİ UCU


iki ruh aynı satırlarda, iki ucu anlatmaya çalıştı, benzer yaraların kanlarıyla;



anubis....:
Bu şehir nasıl da kocaman, nasıl da ulaşılmaz şimdi. Gözümün önünden sokaklar, kaldırımlar, insanlar, rüzgarlar, ağaçlar geçiyor. Gözlerimin önünden koca bir şehir geçiyor inatla, acıma bastıra bastıra.
Ve sevgililer…
Hala tükenmez küstahlıklarıyla elele tutuşuyorlar aldırmadan hiçbir şeye.
Köşe başlarında nöbet tutan sokak kedileri bile yorlar halime. Sersefil ama gururlu duruşlarıyla benzetiyorlar beni kendilerine.

anubis....:
yazıodum yarım kaldı
tuğçe:
kimse hayra yormaz benii
tuğçe:
sakarım,
tuğçe:
nereye dönsem carpıyorum bıryerıne kaderımın
tuğçe:
dusup kırılıyor
tuğçe:
tutup yapıstırıorum eskısı gıbı olmuyorr...
tuğçe:
bır beyaz fanıla gıbı asıyorum umutlarımı balkona her sabah
tuğçe:
havalanıyor havalanıyor naftalınlerı beraber mı koymustuk sahııı
tuğçe:
unutuyorum balkonda hepsını
tuğçe:
ıncelıyor ...
anubis....:

tuğçe:
nıcedır opmuyorsun tenımde kurumus tuz tanelerını,sılkelıyorum.. dokuluyor her tarafı hayallerımın
tuğçe:
tutar bır yanı olsa gelmezmıydım sahıı
tuğçe:
sehırın sokakları batıyor gozlerıme hem artık,
tuğçe:
cok ısıklı
tuğçe:
parkesı kırık caddeler
tuğçe:
patlamış lambalı sokak fenerlerıı
tuğçe:
sadece sokak kedileri değil artık sokak kopeklerı bıle yanaşmıyor bu korkulu genc kızın yanına
anubis....:
gözlerimin önünden kayıp giden bu şehir kadar kocaman artık yalnızığım, ve onların aşkları kadar da güçlü
tuğçe:
tut ellerimden daha paragrafın basındayız....
tuğçe:
kanalızyonlardan fırlamadan
anubis....:
sona giden satırların en ucundayız
tuğçe:
kanalızyonlardan fırlamadan sehrin kirli suları
tuğçe:
tut ellerımden
anubis....:
tut ellerimden kuşlar uçmadan güneye
tuğçe:
bir küçük çiçeğin ortasına cizelim ıkımızı ellerimize, yıkayalım cıkmasın bu sefer..
tuğçe:
bir tutar yanı olsa gelmezmıydım hıc...
tuğçe:
bu satırın hatırına anla benııı
tuğçe:
beni anla
tuğçe:
yeterki sonunu getiremeyecegim bir hıkaye yazdırma bana
anubis....:
duygularımı kendimden bile saklamak bölüyor beni
anubis....:
ve parçalanmış zamanlarda saklamak ruhumu
anubis....:
her gece yeniden ve yeniden dirilen bir kalbi ortasından bıçaklamak kadar kutsal
anubis....:
kutsallıklar içinde gitmem lazım
tuğçe:
gitmem lazım
tuğçe:
gidip
tuğçe:
en süper domates bunlar dıyen bır adamdan
tuğçe:
domates alıp
Tuğçe:
bu superlıkte ıcımı acıtan bırseyler oldugunu dusunup
tuğçe:
aglamam lazım
tuğçe:
akıtmam lazım ıcımdekı naftalınlerı
anubis....:
balkonda unuttuğum umutlarımı toplamam lazım bir bir
tuğçe:
hanı beraber kaldırdıgımız umutların naftalınlerının kokusunu
tuğçe:
söz verdim
tuğçe:
unutmayacağım gözlerini
tuğçe:
gülümsemeyi öğreteceğim onlara
tuğçe:
herşeyi son bir kez kurtarabilirmiyim
tuğçe:
bilmiyorum
tuğçe:
çünkü gözlerim hergece bu sehırde sensız yagmuru taklıd edıyor gıbı
tuğçe:
ve bu taklıdden asıyorum onları
tuğçe:
yargılayıp kendımı tekduze acılardan
tuğçe:
tek ayak ustunde tutuyorum kalbımı
tuğçe:
bır tutar yanı olsa gelmezmıydım hıcc
anubis....:
sensiz ömrüm olsun, demiştim sana
anubis....:
ölüme sensiz yanaşmak istiyorum
anubis....:
ve sensiz uyanmak istiyorum yeni hayatıma
tuğçe:
en acıdıgımız yerden susalım ıstıyorumm en kanattıgımız yerden ölelım
tuğçe:
arada duygular karıstı
tuğçe:
sen sensız dıon ben gelırdım dıomm
tuğçe:
:))
anubis....:
evet :))
anubis....:
çünkü ben katil modundayım ya
anubis....:
adamı öldürcem
tuğçe:
ya bunu bence aynen bole koyalım bloga
tuğçe:
:))
tuğçe:
yazısma seklınde
anubis....:
oluur
tuğçe:
naapalım harbıden
anubis....:
aslında bu insanın iki ucunu da yansıtıyoruz
anubis....:
bi tarafın öldürmekistiyo
anubis....:
bi tarafın ulaşmak istio
anubis....:
naısl ama süperiz
tuğçe:
superızzzzzz

Saturday, January 27, 2007

YOKLUĞUNA ATKI ÖRDÜM


birkez daha yazmaya karar verip cümleler arasında sıkışıp kaldım..
nerden başlasam neyi anlatsam nasıl bir cümle kursam bilemedim... itiraf etmek istedim, yalanlamak istedim, iftira atmak istedim,açıklamak istedim,ağlamak istedim; iki satır arasına sıkışıp kaldım...

bugün yoksun..
yoklukluklarına alıştım..



olmayışınla bir aşk yaşadım belkide ben...
sen ilişkimize karar veremezken ben evlenip boşandım bile senden..
ve hep bir ışık..
ve hep bir adım daha önünden gördüm olacakları..
belkide bu yüzden "ağzından çıkan herşeye körükörüne inanmamı bekleme" derken sen.. içimin yanmasına ilk defa şaşırmadım...

evet hata yaptım ama asla yalan söylemedim diye haykırmak istedim. yapamadım...

düşünmeni istemedim, duymanı hatta inanmanı bile istemedim kimi zaman.. çünkü ben artık tükenmeye başladığımı hissettim..
sanki bu gitmiş olmana alışmaktan öte birşey gibi geldi bana...

ne yani hakkım yokmu?
sen beni aldattığında yada var yada yok arası ilişkimizde bana yalan söylediğinde tüm suçu kendimde ararken ben şimdi sen bana git hayatını kur dediğinde bir başkasının hayarımda olmuş olmasını hazmedemiyor oluşun neden?

sevilmek istiyorum kahrolası demek istedim... yapamadım...
senin tarafından sevilmek istiyorum...

birkez olsun utanmadan başımı göğsüne getir okşa saçlarımı istedim...
insanların içinde gözlerime gülümse istedim...
birkez olsun elini elimin üzerinde gezindir istedim..
çokmu şey istedim?..

seni istedim,bilmek istedim,orda olduğunu..
doğrularını istedim yanlışlarını kabul etmek pahasına...
affetmeden severek gülümsemek istedim yalanlarına.. ama orda olduğunu bilmek istedim...

duymak istedim sesini..
düşündüklerini kavgada değil ansızın bir anda duymak istedim...

ben kalbimle seni hiç aldatmadım..
bedenimlede...

ben insanşarın gözlerinde sözlerinde aldattım seni farketmeden...
herkes görmek istediğini gördüğü için...
ve sen sırf insanların söylediklerine değer veriosun diye kendim dahil senden başka herkese düşman oldum...

sözcüklerinde beğenilmeyen bir özelliğim gibi bahsettiğin herşeye tepkim birkez dahamı onun istediği şeyi başaramadımı düşünmektendi...
kırdım kırıldım düştüm koştum nefret ettim güvenmedim....
hertürlüsünü yaşadım duygu denen hissin...

ama dönüp baktığımda konuşmalarımızdan arda kalan tek birşey vardı..
benim acınası halim...
görmedin bilmedin hissetmedin...

en önemlisi;
benden istediklerini alıp giderken;
bana NE İSTEDİĞİMİ HİÇ SORMADIN..
BENİ HİÇ ARAMADIN...

oysa sorsaydın söylicektim..
sadece SENİN BENİ SEVDİĞİNİ BİLMEK İSTEDİM.. hepsi bu...
oysa şimdi elimde kalan topu topu kocaman bir hiç...
yoksun...

yokluğuna bir atkı ördüm... üşütmesin diye....

Sunday, January 21, 2007

RAHMETLİ ( EMİN BUĞRA SARAL ) GÖZÜYLE TUĞÇE

DÜNGECE DERTLEŞİRKEN EMİN BUĞRA İLE KENDİSİNDEN HİSLERİME TERCÜMAN OLMASINI İSTEDİM. SABAH KALKTIĞIMDA MAİLİMDE BU YAZIYI BULDUĞUM İÇİN ONA VE KALEMİNE TEŞEKKÜR EDİYORUM... DOST OLMAK İÇİN ÇOK ERKEN OLSADA BİRBİRİMİZİN YÜREĞİNE ŞAHİT OLDUK BİLİYORUM.. BUYÜZDEN BU SAHTE DÜNYADA SENİN GİBİ BİR ARKADAŞA SAHİP OLDUĞUM İÇİN ÇOK MUTLUYUM. İYİKİ VARSIN..
NOT; ANNEN YÜREĞİNE KİLİT VURMAYI ÖĞRENMESİN.AMA ÜZÜLMESİN.ÇÜNKÜ O ANNE:(

Senin yerinde olsaydım, ben, - kendimi bile kendi yerime koyamazken – şöyleanlatırdım içimdekileri;

“Ne onunla ne de onsuz yapabiliyorum… Oradan bakılınca ne kadar salak
gözüküyorum, bilmiyorum. Tek sorun galiba, mantıksal olamamam. Kalbime gelip
demir atarken biri ‘dur’ diyememem. Dönüp dolaşan, yüzüme çarpan tavsiyeler
anlamsız kalıyor geçici bir rüzgar gibi. Bazen dayanabilirim diyorum bu
okyanusun gel-gitlerine, ama sonra ne kadar dayanır bu ahşap yüreğim bilmiyorum.
En küçük kıvılcımda alev alabilecek bir ahşap kalp… Tek istediğim huzur aslında.İsteyen girsin çıksın bir hanmışçasına yüreğime ama beni yargılamadan. Çok mu
zor?.. Zor olan vazgeçmek, hepsi bu.Gideyim diyorum buralardan, uzaklaşayım vakti gelmişçesine. Ne de olsa giderken
ardıma baktığımda pişman bir yürekle elini uzatan birini göremeyeceğim. Eğer ki
olur da peşimden gelirse, yelkenler suya iner mi, bilmiyorum… Tek zaafım herkesi
kendim gibi sanmak. Birine gülümsediğimde karşılığının zorunlu olarak geldiğini
bilmek istemiyorum, herkes içten olsa keşke. Dediğim gibi; herkes ben olsa
keşke… Dayanamadım bu sahteliğe ve adam gibi adamken kendimce, kız gibi kız
oldum. Eski dostlarım düşmanım olmuş olsa da, yapamadım, yine arkalarında oldum.Belki istemeden, belki de isteyerek…

Bir arkadaşımın annesi vardı; benim gibiydi o da. Benim gibi babavari, iyi niyetli ve sorumluluk sahibi yetişmiş. Ve ‘insanlara güvenmemeliyim’ demeyi 40yaşına gelince söylemeye başladı. Ama hala benim gibi ‘hayır’ demeyi, yüreğine kilit vurmayı öğrenememiş. Kendisi acı çekecek olsa bile… Evet, farkındayım;zaman geçip gidiyor ben daha iyi bir hayat yaşayamadan. Değişebilir mi bir insan? Hayır. Ama geçmişe sünger geçmeyi öğrenmeli. Ben yapamıyorum, tavsiyeler etrafımı sarmış olsa da. Haksız olduğum bir düşüncede kendimi mi kandırıyorum acaba? Kendi saflığımı, kendime gösteriyor, duygu sömürüsüne çevirip bir ‘şans’daha ihtimal mi koyuyorum, bunu da bilmiyorum.
Zaaflarım meğer ne çokmuş, cebimi kurcaladıkça yeni bir şeyler buluyorum. Ama elimi ben sokmuyorum cebime,etrafımdaki tavsiyeseverler tutup elimi daldırıyor cebime… Ben sadece üşüdüğümde, yalnız kaldığımda elimi cebime atıyorum… Ve, ağlıyorum.
Yapabildiğimtek şey bu.
Her zaman geriye boş ve hareketsiz bir el çekiyorum, yalnızken. Çoğukez yalnızım ki zaten…Beni, ben bile tanımıyorum. Beni anlayacaklarını düşündüğüm kişilere küçük birumutla çırpınarak anlatıyorum. Ama herkes kendi derdinde, merak ettikleri bendeğil aslında. Sadece benim hayatımdan kendilerine pay çıkarıp ‘aman bize nazardeğmesin’ diyebiliyorlar. Sahte, yine. Kaderim başkasının elindeymiş gibi, sankiben yönetemiyorum. Birileri yüreğimin iplerine kukla misali bir sağa bir solaasılıyor. Gerçekten de cansız bir kukla mı olduğumu düşünüyorlar acaba. Empatiyoksunluğu ne kadar kötü bir şey olsa gerek, kendime acıdığım kadar onlara da acıyorum. Kendimi kandırmak istiyorum. ‘Hayır! Onu sevmiyorum!’ diye haykırıyorum saatlerce O’nun için ağladıktan sonra, aynaya… Kendime… Ama, kendime bile yalan söyleyemiyorum, ne bana yakışıyor diğerleri gibi ne de gözler yalan söyleyebiliyor. Ama bir umutla önüme katıp hırsla sürükleyeceğim bir yalan arıyorum kendime.
Belki o zaman bu yalanı kalkan edinir, sahte bir hayat çemberinin daralıp beni gün geçtikçe ezmesine engel olabilirim. En azından ben kendimi satmam, gururumu bir kenara bırakıp.Huzura daldığım tek an; bilinç altının yüzeye çıktığı rüya alemi. Hayalediyorum, bir güneş… Uzun zamandır beklediğim bir güneş, doğuyor ve pencereyi aralayıp göz kapaklarıma ‘hadi uyan’ der gibi çarpıyor yavaşça. Rüyamda,rüyamdan uyanıyor ve bir tebessümle uyanıyorum. Etrafımda kimseler yok. Hiçkimse. ‘Üzüleyim mi, sevineyim mi?’ düşünemeden, alarm çalıyor ve her ikirüyadan da uyanıp kaderimi yaşamaya devam ediyorum… Birileri elini uzatsa da tutamayacak kadar güvenimi kaybettim diyebilirim. Yalnız olmak ya da olmamak…İşte bütün mesele bu, değil!
Önemli olan; sevmek ve sevdiğim kadar sevilmek,inanmak ve inandığım kadar inanılmak, GÜVENMEK ve güvendiğim kadar GÜVENİLMEK…Hepsi bu…"

Her ne kadar seni anlatamayacak kadar yüzeysel olsa da, biliyorum kalbini herkese açıyorsun. Kurallar koyamıyor ve kimseye içeri girerken ayakkabılarını çıkarmalarını söyleyemiyorsun. Her yer kirleniyor. Ve ziyaretçiler gittikten sonra yalnız kalıyorsun, temizlemesi yine sana kalıyor etrafı. Ama sana yardım edecek bir kişi bile olsa, üşenmeden temizleyeceğini de gayet iyi biliyorum.Nefret ettiğin sadece yalnız olmak…

Emin Buğra SARAL
Tuğçe Karain’e itafen…
21 Ocak 2007
01.15